23 Aralık 2012 Pazar

Ey aşk... Sen nelere kadirsin ( SAFİYE EROL )


110 sene evvel...
Edirne’de dünyaya gelmiş, İstanbul’da, önce Alman mektebini, sonra Fransız mürebbiye mektebini bitirmiş, henüz 13 yaşındayken, lise için Almanya’ya gönderilmiş, Münih Üniversitesi’nde edebiyat ve felsefe diploması almış, şarkiyat doktorası yapmıştı, Safiye.
*
Çok güzeldi. Etrafına ışık saçıyordu. Dönemin Türk kızlarına kıyasla, saçı başı, giyimi, davranış biçimleri açısından özgür ruha sahipti, cesurdu.
Gönlü tutuştu... Âşık oldu.
*
Hintliydi delikanlı, okuldan arkadaşıydı. Evlenmeye karar verdiler. Gel gör ki, ikisi de yurtseverdi, hangi ülkede yaşayacaklar? Daha işin başında anlaşamadılar maalesef.
Vatanını, yüreğine tercih etti Safiye.
Son bir öpücük, vedalaştı, topladı bavulunu, memlekete döndü. 1926’ydı.
*
Yazmaya başladı. Duygularını romanlarına döktü. “Aşkı hiç tatmamak mı, yoksa, tattıktan sonra yalan olduğunu anlamak ve kaybetmek mi?” diye sordu mesela... “Âşık olan zaten alacağını almıştır, artık bir şey isteyemez,  bundan geri o verecektir, hep o verecektir” dedi.
Safiye Erol'u eminim ki bizim genç nesil pek tanımıyor. Okullarda da bildiğim kadarıyla tanıtılmıyor. Fakat Safiye Erol bir dönem yazarların içinden en ünlüsü en vatan severiydi. Öyleki Onu derde düşüren koca bir sevdadan bile vazgeçti. Az çok size burada tanıtmaya çalıştım ama bu kadını daha yakından tanımak ve anlamak için benim bir solukta okuduğum ' Ciğerdelen' ve yine onun içindeki ateşi yansıtan ' Ülker Fırtınası'nı zaman ayırıp okumalısınız. Hiç birşey kaybetmez aksine birçok fikir kazanabilirsiniz.  Ben şöyle bir kanıdayım ki edebiyattan hiç bir zarar gelmez sizi dahada geliştirir yalnız siyaset içerikliler hariç.
Bu yazıyı okuduysanız pek vakit kaybetmeden bu iki romandan birini okumalısınız. Beğeneceksiniz ...
Eğer isterseniz http://www.rehavisanat.com/?p=2925 bu bağlantıdan onun hakkında detaylı bilgi de edinebilirsiniz.
Sevgiler.
ELİS ÖZER

İstanbul ve Sen


Sana uzaktan yazıyorum;
Ta kalbinden…
Susuşların içinden şiirler çalarak;
Geliyorum tenha rüyalarına.
Çıkmazda, görebildiğim dar caddeler.
Çünkü biri eksik buralarda.

Bir hoyrat İstanbul’sun,
Ardında hülyaların, deryaların, ayyaş balıkçıların…
Tuzu tadı yok sensiz iken;
Bu kimsesiz, hovarda Marmara’nın.

Hiç doğmayacak baharların bekçisidir yalnızlığım.
Ayrılığın sığ sularında ben,
Hem içer hem de ağlarım.
Zaman döner,  ben yine umut bağlarım.

Tanıdık, tanımadık tüm insanlar
Ürkekleşmiş görmeyeli ne çok…
Telaşın esiri olmuş bu kentte,
Bilen kendini ,kimse yok.
Ve tüm bunlara rağmen,
Unutturmadı İstanbul geçip gitmişleri.
Bu şehrin Boğaz’ı sayende güzel bu kadar,
Bilmeni istedim ki;
Bu gidişini İstanbul hak etmedi…
              

21 Aralık 2012 Cuma

Aslında Bakarsanız




Aslında bakarsan unutmaya kıyamadığım kadarsın içimde. Şüphe etmelisin zerrelerinden. Var olmak ve ya yok olmak değil asıl mesele... Yaşanmak, yaşamak,yaşayabilmek ve hissedebilmek seni. Kendimi belkide. Bir zamanlar aynı saat diliminde aynı havayı solumak birlikte. Kaygısızca arşınlamak okul yolunu sabahın köründe. Duyarsız bakışlar arasından geçip gitmek öyle.Özledim desem de ben şimdi; Kaç bakışımın izi kaldı gözlerinde? Kaç kez yeniden demeli geçmişi unutmak adına? Bilemedim, sence? Soruya soruyla dönmek adetim olmasada bu aralar bende bende değilim. Bilirsin tam olarak gidemem hiçbir zaman.Kendimden koparım en çok o vakit azalır ölürüm biraz bilmezler, sen dahil. En çokta kendimi incitirim bu aşk olaylarında ben. Dilim defalarca yandıysa da bu sütten, üflemem yine inatçıyım ben.
Şiirlerim benden af dileyin, dilim damağım kurudu artık. Yetti, bitti yüreğimdeki mürekkebim.
Beni bu hayat değiştirmedi, büyüdüm sadece hepsi bu. Daha koyu pembe oldu hayallerim o kadar, belki onlar siyaha yaklaşacaklar yaşlandıkça ben. Okuduğum dili ağır romanlardan biriydi hayat, anlamasamda özet çıkardım işte kendimce bir dilde.
 Ve ben herşeyi unuturumda üzerimde hakkı olanları asla, bir de gülümsemeyi unutmam ben herşeye rağmen ...
Kaldırmayın beni bırakın işte burda. Günahlarımla gelmeyin karşıma. Enkazdan çıkan bir eşya haz vermez insana. İçimde yarınlarım uyuyorsa ve hala yaşıyorsam ,size rağmen; bir umut var demektir. Yanlışlarınızı kendinize saklayın! Susuyorsamda sebebi var, konuşursam şiirlerimi yakacaklar bu şehrin holiganları.
Elis Özer

Bazen şiirlerde uyumak gerekir, korktuğunda geceden...



KIZIL ŞİİR
Ruhumun ilk boncukları
Bir zebellağın ağzında dağıldı.
Denizin en gevrek yerinden
Cam bir vapur yol aldı.
Baharın kızıl aksiydi yüzü,
Körelen esintiler gibi.
Gündüzleri üfleyip sür-u
Uyandırdı ayyaş kellesini.
Kansız ayaklarının üzerinden
Dumanlı bir nehir süzüldü.
Kızıl ihtişamında gündönümünün
Kumral kadın saçlarını ördü.
Henüz zenciyken gökyüzü
Titriyordu zuladaki şiirleri.
Bir fincan şarkının eski tadı
Kelebeklerin sızlattı kalbini.

ELİS ÖZER
23.06
06.12.2012

19 Aralık 2012 Çarşamba

Lev Nikolayevich Tolstoy. Edebiyat İçin Önemli Biri

Geçen hafta bulunduğum yazarlık atölyesinde Tolstoy'un Diriliş adlı kitabını okuduk ve Tolstoy hakkında bir araştırma... Böyle insanlar bilinmeli diye düşünerek onun hakkındaki kısa bilgilerden nacizane sizlere sunmak istedim.
 TOLSTOY KİMDİ
Zengin bir ailenin çocuğu olarak Yasnaya-Polyana'da doğdu. Çok küçük yaşlarında önce annesini, sonra babasını kaybetti, yakınlarının elinde büyüdü. Çocukluğundan beri gerçekleri incelemeye karşı büyük bir ilgisi vardı. Öğrenimini tamamlamak için Moskova'ya gitti. Çalışkan zeki bir öğrenci olarak başarı ve sevgi kazandı. Fransızcasını ilerletmiş, Voltaire'i ve J. J. Rousseau'yu okumuş, bu iki yazarın kuvvetli etkisinde kalmıştı. Yasnaya-Polyana'ya döndü, yoksul köylüler arasına katıldı. İlk eseri olan "Çocukluk"u bu sıralarda yazdı.
...
 Asalet ünvanlarından, lüksten sıkılıyordu. Köyünde bir okul kurdu. Bu okul, öğrenim, eğitim bakımından yepyeni bir kurumdu. Huzura kavuştuğuna kanaat getirdikten sonra, 1862'de evlendi.
Tolstoy evlendiğinde karısı Sophie Behrs 16 yaşında idi. Bu evlilik onun düzenli bir hayat özlemini giderecekti. Bu evlilkten 12 çocukları oldu; bu çocuklardan 5'i öldü. Eserlerinden en kuvvetli olan iki romanı "Savaş ve Barış" ile "Anna Karenina'yı", bu sıralarda yazdı. Karısı, eserlerini yazmasında en büyük yardımcısıydı. Hatta "Savaş ve Barış"ı 12 kez düzeltmelerini yapıp yazmıştır. Aradan bir süre geçince yeniden, bu sefer eskilerden daha şiddetli bir moral çöküntüsüne uğradı. Geniş halk yığınlarının, özelikle Rus köylüsünün yoksul, perişan durumu onu çok üzüyordu. Bütün servetini köylülere dağıttı, her haliyle onlar gibi yaşamaya başladı. 
 Benı en çok etkileyen yanı da bu oldu. Zengin ama köylüler gibi mütevazı yaşamayı seven bir adam. Eserlerine gelince şöyle bir araştırırsanız göreceksiniz; sayısız makalesi, romanı, denemesi, oyunları, öyküleri mevcuttur.
Kişilik bakımından elbette ele almıyoruz ama Edebiyat dünyasına yaptığı katkı bana göre azımsanamayacak durumdadır. Böyle eserleri ve üstadlarını unutmamak gerek sanırım ki yeniden bir bu kadar usta yazarlar doğsun.

 ELİS ÖZER

Romanımdan kısa bir kesit

http://www.youtube.com/watch?v=zSpv7dIiTt4 Bu şarkıyı dinlerken içimden gelen yazma isteği üzerine oturdum kağıt kalem ütopylarının başına ve size böyle bir gece karalaması bıraktım. Okuyun... Yazılar en değerli yaratıklardır...

Kendini arayan kadın...

Aklım ve kalbim arasındaki iç savaş süregelirken, kalbim galip çıkmanın gururuyla kendini dışarı atmak istedi. Sanırım bundandı ani sıçrayışım yataktan. Saat altısıydı sabahın ve hiçbirini hatırlamıyordum gecemi kaplayan salaş rüyaların. Koşar adımlarla oğlumun odasın
a girdim; uyurkenki sevimliliğini görünce vazgeçtim uyandırmaktan. Gitmeseydi ne olurdu sanki bugün okula? Kendime de izin verdim. Muhteşem bir Pazartesi olmalıydı, dışarıdaki sağanak yağmura rağmen. O uyanana kadar bir yürüyüş iyi gelecekti. Sahile indim. Bitip tükenmeyen yankısı ulaştı kulaklarıma dalgaların. Tuzlu suyun tokatladığı taşlar ağlamaklıydı, okunuyordu yüzlerinden. Bir gün daha yaşlanıyordu her şey ve çoktandır yok saydığım yaşım aklıma gelmişti. Ne de hızlı akıyordu bu yıllar.
Uzun yıllar hissetmediğim bir duygu açığa çıkmıştı bugün sanki. Yıllardır kapalı duran bir sandık açılmıştı önümde. Bembeyaz kelebeklerin kanadına tutunmuş uçuşan hislerdi bunlar. Kimdi beni bu sahilde tefekküre daldıran, denizi saçlarından sürükleyip aklıma hapseden kimdi? Düşündüm biran bulamadım nitekim bulmak da istemedim. Emin değildim çünkü aklıma gelen cevaplardan. Geçmiş kaygılarım silik izler taşıyordu gözbebeklerimin önüne. Zamanında avucumda sımsıkı tuttuğum gamları mavinin kucağına salmıştım ve yeniden toplamaya cesaretim yoktu. Kırık nağmelerle dilimi perçinleyeli bir hayli olmuştu. Açıkçası yorgundum.
Hatırımda kalan tek biri vardı. En son görüşmemizden sonra küflenmişti aradaki seneler. Gençliğimin kısa esen rüzgârı, uzun süren baharı… Onu her görüşümde geleceğin ipek tenine sarılmış gibi olurdum. Bir ömrün özeti saklıydı bakışlarında. Ve ben onu her hatırladığımda şair ruhum zapt edemiyordu kelimeleri. Onu düşünürken sebepsizce, esmekten vazgeçmişti rüzgâr ve ben artık eve dönmeliydim. Vakit hayatım boyunca en mühim meselemdi benim. Hiçbir zaman tam kıvamında değerlendirememiştim onu. Ya çok akışkandı yada çok pıhtı...


ELİS ÖZER